Türkiye-Avrupa Birliği Sarmalında Ayrıcalıklı Ortaklık Eleştirisi
İndirimli Fiyat :
9,00
9786054042289
410636
https://www.mdallstore.com/turkiye-avrupa-birligi-sarmalinda-ayricalikli-ortaklik-elestirisi
Türkiye-Avrupa Birliği Sarmalında Ayrıcalıklı Ortaklık Eleştirisi
9.00
Elinizdeki kitap, iktidardaki Fransız ve Alman merkez sağları tarafından Türkiyeye üyelik yerine ayrıcalıklı ortaklık adı altında önerilen özel statünün sorgulanması ve uygulanabilirliğini değerlendirmektedir. Araştırma Türkiyenin üyeliğine yönelik görüş, belge ve araştırmaların dışında esas olarak Fransa, Almanya ve Türkiyede araştırmacılar, kamu kurumu ve siyasal parti temsilcileri ile yapılan doğrudan söyleşilere dayanmaktadır. Araştırma, elde edilen tüm bulguları değerlendirerek ayrıcalıklı ortaklık tasarımının gündeme getirdiği sorunlar ile müzakerelerin tıkanma riskini aşmak için düşünülebilecek alternatif stratejileri tartışmaktadır.
1963de Ortaklık Anlaşmasıyla başlayan, 1987de tam üyeliğe başvurusu ile devam eden, 1999 yılında aday olarak kabul edilen Türkiye- AB ilişkisi, 2005 yılında tam üyelik müzakereleriyle yeni bir boyut kazandı. Bu ilişkinin uzun tarihi göz önüne alındığında önemli bir gecikme olduğu kabul edilmelidir. Dönem dönem kesilen ilişkilerde, Türkiyenin nüfusu, ekonomik durumu, coğrafyası, tarihsel nedenler, ait olduğu kültür gibi sebepler doğrudan dile getirilmemiş olsa da sıklıkla ima edilmiş, üyeliğin diğer üyelerde izlenen süreçleri izlemeyeceği, oyalama, bezdirme, razı etme gibi siyasetlerin uygulandığı izlenimi oluşmuştur.
Türkiyeye bakışın arka planında yer alan bu anlayış, 1990 yılında Türkiyenin ABye üyelik dışı bir formülle bağlanması arayışlarına girilmesiyle resmi olarak da dillendirilmiş; bu da ilişkinin sulanmasına neden olmuştur. Türkiyenin ABye üye değil de farklı bağlarla bağlanması konusunda ısrarlı olan kesimlerin ya da ayrıcalıklı ortaklık veya özel statü kavramlarını kullananların ne tür açıklama ve gerekçeler ileri sürdüklerinin anlaşılması bu bakımdan önemlidir. Türkiyenin bu uzun maratona nesnel bir yaklaşımı ve duygusal-ideolojik ön yargılardan bağımsız davranması lüks sayılmaz.
Üyelik müzakerelerin önünün açılması için neler yapılabilir? Müzakere süreci yeniden tasarlanabilir mi? Üye olamama riskinin yüksek olduğu koşullarda, AB müktesebatını Türkiye neden kabul etsin? Üyelik olmayacaksa, Fransız ve Alman sağının önerdiği "ayrıcalıklı ortaklık" Türkiye için bir "ikinci en iyi" olabilir mi? "ayrıcalıklı ortaklığı" savunanlar Türkiye'ye ne öneriyorlar? Üyelik gündemden düştüğü takdirde Türkiye'nin çıkarları bağımsız kalmasını mı gerektirir? Bu durumda AB ile ilişkiler her iki tarafın da çıkarlarına uygun şekilde nasıl düzenlenebilir? Elinizdeki kitapta bu soruların yanıtları tartışılıyor.
KİTAPTAN.
Saint-Pierre, savaşları ortadan kaldıracak bir Avrupa devletler birliği düşlemiştir. Bu birlik, Asyada, Afrikada, hatta Amerikada Avrupanın ticari çıkarlarını korumaya da yarayacaktır. Müslümanlar söz konusu olduğunda ise işlerin rengi değişir ( Bu konudaki önerisi) Müslümanlarla bir anlaşma yaparak onları bir şekilde Avrupa Birliğine bağlamak, böylelikle savaş tehlikesini bertaraf etmektir. Yazarın önerdiği aslında bir tür imtiyazlı ortaklıktır. Müslümanlar hem Avrupanın güvenliğini sağlamak için ordularının kullanımına izin verecekler, hem de birliğe doğrudan maddi katkıda bulunacaklardır. Yapılacak maddi katkı da diğer üyelerin ödediğinden fazla olacaktır. Saint-Pierre bu anlaşma sayesinde komşu İslam ülkelerinin kapılarının ticarete açılacağını, bunun da zamanla İslamın etkisini azaltacağını iddia eder.
Avrupalıların bir kısmında Türkiyeye bakışın arka planında yer alan bu anlayış, uzun bir dönem dile getirilmemiş olsa da sıklıkla ima edilmiştir.
Türkiyenin ABye üyelik dışı bir formülle bağlanması arayışlarına ilk olarak 1990 yılında girilmiştir.
Türkiyeye adaylık statüsünün verilmesinin reddedildiği ve bu nedenle Türkiyenin büyük tepkisine yol açarak siyasal diyalogun askıya alınmasına kadar varan tepkiler verdiği 1997 Kopenhag Zirvesi kararlarında dahi, Türkiye-AB bütünleşmesinin üyelikten başka bir biçimi olabileceği gündeme getirilmemiştir. Zirve kararlarıyla ilgili açıklama yapan Avrupa Komisyonu Başkanı Jacques Santer, 17 Aralık 1997de AB, Türkiyeye katılım yolunu açık tutmuş; bu ülkeyi üyeliğe hazırlamak için bir Avrupa stratejisi hazırlanmasına karar vermiştir açıklamasını yapmıştır.
2002 sonrası dönemde ise, kavramın gündeme gelme sıklığı artmış ve bu kavramı dile getirenler çeşitlenmiştir. Bu kavram, resmi açıklamalardan ziyade, kamuoyunu etkileme kapasitesi yüksek olan ve hepsi de merkez-sağı temsil eden siyasal akımlara mensup kişilerce yapılmış ve bir ölçüde kamuoyu oluşturulmaya başlanarak özel statü fikri gündeme sokulmuştur.
Ayrıcalıklı Ortaklık ya da Özel Statü gibi isimler alan üyelik dışı ilişki biçimleriyle ilgili olarak yürütülen tartışmalarda, ABnin hazmetme kapasitesinin Türkiyeyi üye yapmaya uygun olmadığı ve bu nedenle üyeliğin gerçekleşemeyeceği fikri de işlenmektedir. Esasen 1993 yılında Kopenhagta yapılan AB Konseyi kararlarına dayanmaktadır. Birliğin, Avrupa bütünleşmesinin momentumunu korurken, yeni üyeleri hazmetme kapasitesi, hem Birlik hem de aday ülkelerin genel çıkarı için göz önüne alınması gerekli bir düşüncedir denmektedir.
Türkiyenin ABne üye değil de farklı bağlarla bağlanması konusunda ısrarlı olan kesimlerin ya da ayrıcalıklı ortaklık veya özel statü kavramlarını kullananların ne tür açıklama ve gerekçeler ileri sürdüklerinin anlaşılması önemlidir. Açıklama ve gerekçeler, muhtemel davranış kalıplarını ortaya koymakta ve bu da Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz etkileme bakımından belirleyici olmaktadır. Dolayısıyla, Türkiyenin üyelik dışı bir yöntemle ABne bağlanmasını ifade eden ya da ileride ifade edebilecek olan düşüncelerin, gerekçelerin ve bulguların derlenerek eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulmaları gerekmektedir.
Bu çerçevede, araştırmanın temel amacı krize yol açabilecek gelişmeleri öngörerek tarafları özel statü, bu statünün olabilirliği, Türkiye açından kabul edilebilirliği hakkında nesnel olarak bilgilendirmektir. ABndeki ayrıcalıklı ortaklık yanlılarının iddiası, bu türden bir özel statünün üyeliğe kıyasla gerek AB gerek Türkiye açısından daha tercih edilir bir yol olduğudur. Türkiye, özel statüyü tartışmayı dahi ...
1963de Ortaklık Anlaşmasıyla başlayan, 1987de tam üyeliğe başvurusu ile devam eden, 1999 yılında aday olarak kabul edilen Türkiye- AB ilişkisi, 2005 yılında tam üyelik müzakereleriyle yeni bir boyut kazandı. Bu ilişkinin uzun tarihi göz önüne alındığında önemli bir gecikme olduğu kabul edilmelidir. Dönem dönem kesilen ilişkilerde, Türkiyenin nüfusu, ekonomik durumu, coğrafyası, tarihsel nedenler, ait olduğu kültür gibi sebepler doğrudan dile getirilmemiş olsa da sıklıkla ima edilmiş, üyeliğin diğer üyelerde izlenen süreçleri izlemeyeceği, oyalama, bezdirme, razı etme gibi siyasetlerin uygulandığı izlenimi oluşmuştur.
Türkiyeye bakışın arka planında yer alan bu anlayış, 1990 yılında Türkiyenin ABye üyelik dışı bir formülle bağlanması arayışlarına girilmesiyle resmi olarak da dillendirilmiş; bu da ilişkinin sulanmasına neden olmuştur. Türkiyenin ABye üye değil de farklı bağlarla bağlanması konusunda ısrarlı olan kesimlerin ya da ayrıcalıklı ortaklık veya özel statü kavramlarını kullananların ne tür açıklama ve gerekçeler ileri sürdüklerinin anlaşılması bu bakımdan önemlidir. Türkiyenin bu uzun maratona nesnel bir yaklaşımı ve duygusal-ideolojik ön yargılardan bağımsız davranması lüks sayılmaz.
Üyelik müzakerelerin önünün açılması için neler yapılabilir? Müzakere süreci yeniden tasarlanabilir mi? Üye olamama riskinin yüksek olduğu koşullarda, AB müktesebatını Türkiye neden kabul etsin? Üyelik olmayacaksa, Fransız ve Alman sağının önerdiği "ayrıcalıklı ortaklık" Türkiye için bir "ikinci en iyi" olabilir mi? "ayrıcalıklı ortaklığı" savunanlar Türkiye'ye ne öneriyorlar? Üyelik gündemden düştüğü takdirde Türkiye'nin çıkarları bağımsız kalmasını mı gerektirir? Bu durumda AB ile ilişkiler her iki tarafın da çıkarlarına uygun şekilde nasıl düzenlenebilir? Elinizdeki kitapta bu soruların yanıtları tartışılıyor.
KİTAPTAN.
Saint-Pierre, savaşları ortadan kaldıracak bir Avrupa devletler birliği düşlemiştir. Bu birlik, Asyada, Afrikada, hatta Amerikada Avrupanın ticari çıkarlarını korumaya da yarayacaktır. Müslümanlar söz konusu olduğunda ise işlerin rengi değişir ( Bu konudaki önerisi) Müslümanlarla bir anlaşma yaparak onları bir şekilde Avrupa Birliğine bağlamak, böylelikle savaş tehlikesini bertaraf etmektir. Yazarın önerdiği aslında bir tür imtiyazlı ortaklıktır. Müslümanlar hem Avrupanın güvenliğini sağlamak için ordularının kullanımına izin verecekler, hem de birliğe doğrudan maddi katkıda bulunacaklardır. Yapılacak maddi katkı da diğer üyelerin ödediğinden fazla olacaktır. Saint-Pierre bu anlaşma sayesinde komşu İslam ülkelerinin kapılarının ticarete açılacağını, bunun da zamanla İslamın etkisini azaltacağını iddia eder.
Avrupalıların bir kısmında Türkiyeye bakışın arka planında yer alan bu anlayış, uzun bir dönem dile getirilmemiş olsa da sıklıkla ima edilmiştir.
Türkiyenin ABye üyelik dışı bir formülle bağlanması arayışlarına ilk olarak 1990 yılında girilmiştir.
Türkiyeye adaylık statüsünün verilmesinin reddedildiği ve bu nedenle Türkiyenin büyük tepkisine yol açarak siyasal diyalogun askıya alınmasına kadar varan tepkiler verdiği 1997 Kopenhag Zirvesi kararlarında dahi, Türkiye-AB bütünleşmesinin üyelikten başka bir biçimi olabileceği gündeme getirilmemiştir. Zirve kararlarıyla ilgili açıklama yapan Avrupa Komisyonu Başkanı Jacques Santer, 17 Aralık 1997de AB, Türkiyeye katılım yolunu açık tutmuş; bu ülkeyi üyeliğe hazırlamak için bir Avrupa stratejisi hazırlanmasına karar vermiştir açıklamasını yapmıştır.
2002 sonrası dönemde ise, kavramın gündeme gelme sıklığı artmış ve bu kavramı dile getirenler çeşitlenmiştir. Bu kavram, resmi açıklamalardan ziyade, kamuoyunu etkileme kapasitesi yüksek olan ve hepsi de merkez-sağı temsil eden siyasal akımlara mensup kişilerce yapılmış ve bir ölçüde kamuoyu oluşturulmaya başlanarak özel statü fikri gündeme sokulmuştur.
Ayrıcalıklı Ortaklık ya da Özel Statü gibi isimler alan üyelik dışı ilişki biçimleriyle ilgili olarak yürütülen tartışmalarda, ABnin hazmetme kapasitesinin Türkiyeyi üye yapmaya uygun olmadığı ve bu nedenle üyeliğin gerçekleşemeyeceği fikri de işlenmektedir. Esasen 1993 yılında Kopenhagta yapılan AB Konseyi kararlarına dayanmaktadır. Birliğin, Avrupa bütünleşmesinin momentumunu korurken, yeni üyeleri hazmetme kapasitesi, hem Birlik hem de aday ülkelerin genel çıkarı için göz önüne alınması gerekli bir düşüncedir denmektedir.
Türkiyenin ABne üye değil de farklı bağlarla bağlanması konusunda ısrarlı olan kesimlerin ya da ayrıcalıklı ortaklık veya özel statü kavramlarını kullananların ne tür açıklama ve gerekçeler ileri sürdüklerinin anlaşılması önemlidir. Açıklama ve gerekçeler, muhtemel davranış kalıplarını ortaya koymakta ve bu da Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz etkileme bakımından belirleyici olmaktadır. Dolayısıyla, Türkiyenin üyelik dışı bir yöntemle ABne bağlanmasını ifade eden ya da ileride ifade edebilecek olan düşüncelerin, gerekçelerin ve bulguların derlenerek eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulmaları gerekmektedir.
Bu çerçevede, araştırmanın temel amacı krize yol açabilecek gelişmeleri öngörerek tarafları özel statü, bu statünün olabilirliği, Türkiye açından kabul edilebilirliği hakkında nesnel olarak bilgilendirmektir. ABndeki ayrıcalıklı ortaklık yanlılarının iddiası, bu türden bir özel statünün üyeliğe kıyasla gerek AB gerek Türkiye açısından daha tercih edilir bir yol olduğudur. Türkiye, özel statüyü tartışmayı dahi ...
- Açıklama
- Elinizdeki kitap, iktidardaki Fransız ve Alman merkez sağları tarafından Türkiyeye üyelik yerine ayrıcalıklı ortaklık adı altında önerilen özel statünün sorgulanması ve uygulanabilirliğini değerlendirmektedir. Araştırma Türkiyenin üyeliğine yönelik görüş, belge ve araştırmaların dışında esas olarak Fransa, Almanya ve Türkiyede araştırmacılar, kamu kurumu ve siyasal parti temsilcileri ile yapılan doğrudan söyleşilere dayanmaktadır. Araştırma, elde edilen tüm bulguları değerlendirerek ayrıcalıklı ortaklık tasarımının gündeme getirdiği sorunlar ile müzakerelerin tıkanma riskini aşmak için düşünülebilecek alternatif stratejileri tartışmaktadır.
1963de Ortaklık Anlaşmasıyla başlayan, 1987de tam üyeliğe başvurusu ile devam eden, 1999 yılında aday olarak kabul edilen Türkiye- AB ilişkisi, 2005 yılında tam üyelik müzakereleriyle yeni bir boyut kazandı. Bu ilişkinin uzun tarihi göz önüne alındığında önemli bir gecikme olduğu kabul edilmelidir. Dönem dönem kesilen ilişkilerde, Türkiyenin nüfusu, ekonomik durumu, coğrafyası, tarihsel nedenler, ait olduğu kültür gibi sebepler doğrudan dile getirilmemiş olsa da sıklıkla ima edilmiş, üyeliğin diğer üyelerde izlenen süreçleri izlemeyeceği, oyalama, bezdirme, razı etme gibi siyasetlerin uygulandığı izlenimi oluşmuştur.
Türkiyeye bakışın arka planında yer alan bu anlayış, 1990 yılında Türkiyenin ABye üyelik dışı bir formülle bağlanması arayışlarına girilmesiyle resmi olarak da dillendirilmiş; bu da ilişkinin sulanmasına neden olmuştur. Türkiyenin ABye üye değil de farklı bağlarla bağlanması konusunda ısrarlı olan kesimlerin ya da ayrıcalıklı ortaklık veya özel statü kavramlarını kullananların ne tür açıklama ve gerekçeler ileri sürdüklerinin anlaşılması bu bakımdan önemlidir. Türkiyenin bu uzun maratona nesnel bir yaklaşımı ve duygusal-ideolojik ön yargılardan bağımsız davranması lüks sayılmaz.
Üyelik müzakerelerin önünün açılması için neler yapılabilir? Müzakere süreci yeniden tasarlanabilir mi? Üye olamama riskinin yüksek olduğu koşullarda, AB müktesebatını Türkiye neden kabul etsin? Üyelik olmayacaksa, Fransız ve Alman sağının önerdiği "ayrıcalıklı ortaklık" Türkiye için bir "ikinci en iyi" olabilir mi? "ayrıcalıklı ortaklığı" savunanlar Türkiye'ye ne öneriyorlar? Üyelik gündemden düştüğü takdirde Türkiye'nin çıkarları bağımsız kalmasını mı gerektirir? Bu durumda AB ile ilişkiler her iki tarafın da çıkarlarına uygun şekilde nasıl düzenlenebilir? Elinizdeki kitapta bu soruların yanıtları tartışılıyor.
KİTAPTAN.
Saint-Pierre, savaşları ortadan kaldıracak bir Avrupa devletler birliği düşlemiştir. Bu birlik, Asyada, Afrikada, hatta Amerikada Avrupanın ticari çıkarlarını korumaya da yarayacaktır. Müslümanlar söz konusu olduğunda ise işlerin rengi değişir ( Bu konudaki önerisi) Müslümanlarla bir anlaşma yaparak onları bir şekilde Avrupa Birliğine bağlamak, böylelikle savaş tehlikesini bertaraf etmektir. Yazarın önerdiği aslında bir tür imtiyazlı ortaklıktır. Müslümanlar hem Avrupanın güvenliğini sağlamak için ordularının kullanımına izin verecekler, hem de birliğe doğrudan maddi katkıda bulunacaklardır. Yapılacak maddi katkı da diğer üyelerin ödediğinden fazla olacaktır. Saint-Pierre bu anlaşma sayesinde komşu İslam ülkelerinin kapılarının ticarete açılacağını, bunun da zamanla İslamın etkisini azaltacağını iddia eder.
Avrupalıların bir kısmında Türkiyeye bakışın arka planında yer alan bu anlayış, uzun bir dönem dile getirilmemiş olsa da sıklıkla ima edilmiştir.
Türkiyenin ABye üyelik dışı bir formülle bağlanması arayışlarına ilk olarak 1990 yılında girilmiştir.
Türkiyeye adaylık statüsünün verilmesinin reddedildiği ve bu nedenle Türkiyenin büyük tepkisine yol açarak siyasal diyalogun askıya alınmasına kadar varan tepkiler verdiği 1997 Kopenhag Zirvesi kararlarında dahi, Türkiye-AB bütünleşmesinin üyelikten başka bir biçimi olabileceği gündeme getirilmemiştir. Zirve kararlarıyla ilgili açıklama yapan Avrupa Komisyonu Başkanı Jacques Santer, 17 Aralık 1997de AB, Türkiyeye katılım yolunu açık tutmuş; bu ülkeyi üyeliğe hazırlamak için bir Avrupa stratejisi hazırlanmasına karar vermiştir açıklamasını yapmıştır.
2002 sonrası dönemde ise, kavramın gündeme gelme sıklığı artmış ve bu kavramı dile getirenler çeşitlenmiştir. Bu kavram, resmi açıklamalardan ziyade, kamuoyunu etkileme kapasitesi yüksek olan ve hepsi de merkez-sağı temsil eden siyasal akımlara mensup kişilerce yapılmış ve bir ölçüde kamuoyu oluşturulmaya başlanarak özel statü fikri gündeme sokulmuştur.
Ayrıcalıklı Ortaklık ya da Özel Statü gibi isimler alan üyelik dışı ilişki biçimleriyle ilgili olarak yürütülen tartışmalarda, ABnin hazmetme kapasitesinin Türkiyeyi üye yapmaya uygun olmadığı ve bu nedenle üyeliğin gerçekleşemeyeceği fikri de işlenmektedir. Esasen 1993 yılında Kopenhagta yapılan AB Konseyi kararlarına dayanmaktadır. Birliğin, Avrupa bütünleşmesinin momentumunu korurken, yeni üyeleri hazmetme kapasitesi, hem Birlik hem de aday ülkelerin genel çıkarı için göz önüne alınması gerekli bir düşüncedir denmektedir.
Türkiyenin ABne üye değil de farklı bağlarla bağlanması konusunda ısrarlı olan kesimlerin ya da ayrıcalıklı ortaklık veya özel statü kavramlarını kullananların ne tür açıklama ve gerekçeler ileri sürdüklerinin anlaşılması önemlidir. Açıklama ve gerekçeler, muhtemel davranış kalıplarını ortaya koymakta ve bu da Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz etkileme bakımından belirleyici olmaktadır. Dolayısıyla, Türkiyenin üyelik dışı bir yöntemle ABne bağlanmasını ifade eden ya da ileride ifade edebilecek olan düşüncelerin, gerekçelerin ve bulguların derlenerek eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulmaları gerekmektedir.
Bu çerçevede, araştırmanın temel amacı krize yol açabilecek gelişmeleri öngörerek tarafları özel statü, bu statünün olabilirliği, Türkiye açından kabul edilebilirliği hakkında nesnel olarak bilgilendirmektir. ABndeki ayrıcalıklı ortaklık yanlılarının iddiası, bu türden bir özel statünün üyeliğe kıyasla gerek AB gerek Türkiye açısından daha tercih edilir bir yol olduğudur. Türkiye, özel statüyü tartışmayı dahi ...Stok Kodu:9786054042289Boyut:140-210Sayfa Sayısı:254Basım Yeri:İstanbulBaskı:1Basım Tarihi:2011Kapak Türü:KartonKağıt Türü:2.HamurDili:Türkçe
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.